Reddetme Yetkinliği Hakkında
4 klasik film yardımıyla kalabalıkların adalet ve linç kültürüne karşı, reddedenlerin gösterdiği mücadele üzerine.
Bahadır MahmutDemokrasi ile birlikte çoğunluk, kendilerine işaret edilenleri güçlü kılarak -otorite haline getirerek- kendileri ile birlikte azınlıkların da o otoriteye bağlı kalmasını sağladı. Çoğunlukların marifetiyle ile ekonomik, kültürel, sosyal hatta fizyolojik ve psikolojik şekilde otoriteye bağlı kalabalıklar ortaya çıktı.
Maalesef biat etmek ve boğazına parlak bir zincir edinip bunu başkasının eline tutuşturmak bile sorgulamanın sorumluluğundan feragat etmek için yeterli değildir. Bunu yaparak kitlelerden vasıfsız kalabalıklara dönüşenler, dönüşümlerinin diyeti olarak kendilerini; yalnızlaşanların ve yabancıların üzerinde tepinebilecek imtiyazlılar olarak görmektedir.
En yakını 1962 yılı çekimi To Kill a Mockingbird olan dört film sayesinde; çoğunluk olmanın suç işleme dinamiğini nasıl tetiklediği sinemadaki yansımaları ile görülebilir. Filmler içerisinde kahraman olarak nitelendirdiğimiz kişiler kendilerine kalabalığın akışına bırakmayan sorgulayanlardır. Bu onları temsili bir şekilde kalabalıkların karşınsıdaki azınlık ve yalnızlar olarak nitelendirebilmemize de olanak sağlar.
Dört film;
Kasabalarındaki çocuk tecavüzleri sebebiyle namusunu temizlemek isteyen kalabalığın, yakaladıkları suçluyu cezalandırma hikayesini konu alan Fury (1936);
Çevresi geniş, sevilen ve zengin bir iş adamı olan Kinkaid’in katledilmesi ve mallarının çalınmasının ardından arkadaşlarının, sevenlerinin intikam alma hikayesi, The Ox-Bow Incident (1943);
Babasını öldürdüğünden şüphelenilen bir gencin mahkemede adil şekilde yargılanmasını sağlamaya çalışan 12 jüri üyesinin zor saatlerini anlatan 12 Angry Men (1957);
Ve tecavüzden sorumlu tutulan Tom Robinson’ı savunmayı bir insanlık görevi gören Atticus’un hikayesinin anlatıldığı To Kill a Mockingbird (1962).
İncelemede dört film içerisinde bulunan suç unsuru, suçlu, kalabalık, kahraman ve son ayrı ayrı incelenecek, ardından genel bir çıkarımda bulunulacaktır.
Suç Unsuru
Filmlerin hiç birisinde suça grafik olarak tanık olmayız. Öyledir ki 4 filmde işlenen suçlardan sadece birisine dahi film karakterleri dahil açık şekilde tanık olan kimse yoktur. Bu aslına bakılırsa öykü açısından çok uygundur. Suçu sadece hikayenin sıradan öğesi haline getirerek doruk noktalarından uzaklaştırır. Bu sıradan öğenin yerine diğer unsurlar ön plan çıkmaya başlar. Demokrasi, linç, toplum, adalet gibi. Suçlanan kişinin suçlu olup olmama durumunun değişimi ile karakter gelişimleri ve doruk noktaları rahatlıkla yaratılabilir. İzleyiciyi, filmlerde suçlanan kişiler gibi mesnetsiz bırakarak, karakter-izleyici empatisinin gelişmesine olanak sağlanır.
Fury’e baktığımızda işlenen suç olarak çocuğun cinsel istismarıdır. Suç filmin başlamasının ardından işlenmiş olmasına rağmen izleyici suça tanık olmaz. Filmde kasaba sakinleri gibi izleyiciye de çocuk tecavüzlerinden haberdar edilir. Sadece rastlantı sonucu tecavüzlerin işlendiği yerden geçmekte olan Joe Wilson suçlu sanılarak yakalanır. Sürprizlere çok gebe olmayan filmde Joe Wilson’ın suçsuzluğundan emin olan izleyici, Joe Wilson’ın suçluluğundan emin olan kızgın kalabalığın en baştan beri yanlış tarafta olduğunu bilmektedir. Yani izleyici ile filmdeki kalabalık birbirlerinden ayrılmıştır.
The Ox-Bow Incident için suç unsuru; tanınmış, zengin ve çevresi geniş Kinkaid’in katli ve ardından sığırlarının çalınmasıdır. Suç, film öyküsü başlamadan işlenmiştir. Suça yine ne izleyici ne de kalabalık tanıklık etmemiştir. Hem izleyici hem de kalabalık suçtan haberdardır. Fakat Fury’den farklı olacak şekilde suçlu olarak yakalanan 3 kişilik gezgin grubun suçlu olup olmadığı ile ilgili izleyici ve kalabalığın bir bilgisi yoktur. İzleyici ile kalabalık Fury’e nazaran birbirine daha yakın konumlandırılmıştır.
12 Angry Men ile The Ox-Bow Incident suç karşısında izleyici ve kalabalığın konumlandırılması ile ilgili benzerlik gösterirler. 12 Angry Men’de bir adam öldürülür. Adamın ölümünden, çocuğu sorumlu tutulur. Suç yine film başlamadan önce işlenmiştir. Ve yine, ne izleyici ne de kalabalığın tanıklığından bahsedilebilir. Her ikisi de sadece haberdardır. İzleyici ile kalabalık yakın konumlandırılmıştır.
To Kill a Mockingbird’te ise suç unsuru beyaz bir kadına yapılan cinsel istismardır. Tecavüz eden kişi olarak bir siyah, sanık olarak gösterilmiş ve yargılanmaktadır. Suç yine hikaye başlangıcının öncesine aittir. Yine izleyici ve kalabalık tarafından görülmez. Hem kalabalık hem de izleyicilerin kimin suçlu olduğu ile ilgili bilgisi yoktur. İzleyici ile kalabalık belirsizliklerden ötürü aynı taraftaymış gibi görünse de kalabalığın siyahi adamı suçlu görmesinde ki asıl sebep belirgin şekilde ırkçılık temelinde filizlendiği için aslında iki taraf arasında keskin bir ayrımdan da söz edilebilir -ırkçı izleyicileri bir kenara ayırırsak-.
İzleyici ile kalabalığın konumlandırılmasına bakıldığında, ikisi arasındaki mesafe ne kadar açılıyorsa izleyicinin sorguladığı başlık o derece kronolojik olarak geriye gider ve keskinleşir. Örneğin Fury’de suçlu olarak gösterilen Joe Wilson’ın suçsuzluğundan izleyici neredeyse emindir. Buna rağmen kalabalık tarafından Joe Wilson’ı öldürülmek istenmektedir. İzleyici burada adaletten daha çok yaşama hakkı ve linç kültürü üzerine yoğunlaşır. Daha yakın mesafedeki izleyici ve kalabalık konulandırılması için 12 Angry Men’e bakıldığında ise izleyiciye göre konu daha çok etik ve adil yargılamaya dönüşür. Buna rağmen her iki filmde de suçlunun muhtemel cezası aynıdır: Ölüm.
Suçlu
Dört filmde de kesin olarak kanıtlan(a)masa da en başta suçlu olarak gösterilenlerin filmin sonunda suçsuz olduğu kanaatine ulaşılır veya suçsuzlukları ortaya çıkar. Bu durum karakter gelişimleri için oldukça iyi bir fırsattır. Karakter gelişiminden kasıt sadece suçlu olarak görülenler için değil kişiyi suçlayanlar ve suçsuzluğunu savunanların için de geçerlidir. Yani tek bir karakter imge haline getirilerek bu karakterin üzerindeki değişim adalet unsuru ile birlikte tüm tarafların gelişimi haline gelir. Fury’i burada biraz ayırmakta fayda var çünkü Fury’de suçsuzluk durumu suçlanan için izleyici tarafında daha belirgindir. Aynı zamanda filmin ikinci yarısında gerçek bir suç unsuru da kalabalık tarafından suçlu olarak görülen Joe Wilson üzerinde oluşmaya başlar. Bu sebeple karakter gelişimleri 2 katıyla filmin 2. yarısına sıkışmıştır.
Fury belki de ileride çocuk sahibi olacak iki sevgilinin evlilik planları ile başlar. Katherine Grant’in daha fazla para kazanabilmek için başka bir bölgeye taşınması ile çift ayrılmasa dahi birbirinden uzaklaşır. Ta ki Joe Wilson kurduğu iş ile evlenebilecekleri kadar para biriktirip Katherine Grant’in yanına gitmeye karar verene kadar. Yolda aracıyla müstakbel eşine doğru giderken rastlantılar sonucu uzun zamandır aranan bir çocuk tecavüzcüsü olduğu sanılarak kasabadaki hapishaneye atılır. Şerif ve yardımcısının elinde suç mahallinden geçilmesi, cepteki fıstık kabukları vb. keskin(!) kanıtlar bulunsa da izleyici olarak bizler Joe Wilson’ın suçsuz olduğunu biliriz. Sevgilisiyle aylardır çalışıp para biriktirmek için ayrı yerlerdedirler ve evlenmek onlar için en büyük amaçtır. Yapılan bu yolculukta evlilik ile sonuçlanacaktır. İzleyici tüm bunlara şahit edilir fakat aynı zamanda bunların hiç birisi suçsuzluğun ispatı için yeterli değildir. Joe Wilson’da izleyici ile aynı durumda olduğundan şerif ve yardımcılarına suçsuzluğunu ispatlayamaz. Ve adil bir şekilde yargılanması için şerif tarafından hapishaneye atılır.
Suçlu kalabalık içerisinde olmayan bir yabancıdır. Yoldan çevirdikleri birisidir.
The Ox-Bow Incident filmi, dört film içerisinde suçlu olarak gösterilenlerin suçluluğundan izleyicinin de en çok şüphelendiği filmdir. Zengin ve sevilen Kinkaid’in ölümünün ardından kalabalık sokağa dökülür. Kinkaid bu topluluk için bir avatar niteliği taşımaktadır bir idol, hedef ve motivasyon kaynağıdır. Bu sebeple saldırı Kinkaid’den daha çok topluma karşıdır (!). Kalabalık katil(ler)i aramaya koyulur. Kırsalda atları ile birlikte konaklayan ve uykuda olan üç kişilik bir gruba rastlarlar. Üçlüyü sorguladıklarında aldıkları cevaplar oldukça şüphe uyandırıcıdır. Tek bir iddia bile elli kolu bağlı zapt edilmiş üçlü tarafından ispatlanamayacak niteliktedir. Üçlü içerisinde Martin ön plana çıkar. Ekibinin normalde de lideri olması, arkasında bırakacak bir ailesi olması ayrıca adaleti orada bulunan herkesten daha çok sindirmiş olduğu için bu karakter özellikle sivri hale getirilmiştir. Martin üçlünün sözcülüğünü üstlenir. Nereden gelip nereye gittiklerinin bilen iki kişiden biri zaten öldürmekle suçlandıkları Kinkaid’tir. Bir diğeri ise suçlulardan Martin’in zahmet edipte ulaşılamayacak kadar uzakta olan eşidir. Kinkaid’ten satın aldıkları yani kalabalığa göre çaldıkları sığırların makbuzu yoktur. Üçlüden biri olan Meksikalı’nın üzerinden ise yolda bulduğu Kinkaid’in silahı çıkar. Üçlünün sonuncusu yaşlı adam ise ne dediğinin bile farkında olmayan bir bunaktır.
Suçlular yine yoldan çevrilen yabancılardır.
12 Angry Men’de suçlu bir çocuktur. Babası öldürülmeden önce babası ile tartışmıştır. Tanıkların dediğine göre babasına “seni öldüreceğim!” diye bağırmıştır. Bağırmasını kendisi de doğrulamaktadır. Aynı zamanda daha yeni satın aldığı bıçak (veya bir benzeri) ile babası öldürülmüştür. Cinayet anına tanıklık etmiş, tam olarak çocuğun babasını öldürdüğünü gördüğünü söyleyen bir kadın da bulunmaktadır. Çocuk babasının katledildiği anda başka yerde olduğunu da ispatlayamamıştır.
Bu çocuk kenar mahallelerde yetişen, eğitimsiz, sabıkalı, daha önce bıçaklı kavgalara karışmış, babası ile de sık sık tartışan sorunlar yığınından ibarettir.
Kalabalık için suçlu, sosyal ve ekonomik olarak reddedilmiş bir sınıftandır ve dolayısıyla yabancı, yabancıdan daha öte doğuştan cezalandırılması gerekenler arasındadır.
To Kill a Mockingbird’te suç unsuru beyaz bir kadının cinsel istismarıdır. Suçlu Tom Robinson ile ilk üç filme göre çok daha geç karşılaşırız. Tom Robinson kırsalda tarlalarda çalışan bir siyahtır. Sürekli olarak yardım ettiği bir kadın tarafından kendisine tecavüz ve saldırı suçlamasında bulunulmuştur. Aynı diğer filmlerde olduğu gibi suçsuzluğu ispatlamanın pek bir yolu yoktur tabi suçluluğu da.
Tom Robinson bir siyahtır. Daha ırkçılıktan tam anlamıyla kurtulamamış Amerika’da bir yabancıdır.
Filmlere bakıldığında suçlular ya yabancıdır yada istenilmeyenlerdir. Suçları ise hiçbir zaman nitelikli değildir. Örneğin bir nitelikli dolandırıcılık, vergi sahtekarlığı, kara para aklama veya politik suçlara bu filmlerde rastlanamaz. Bunun sebebi aslında suçluların kalabalık tarafından yabancı gibi görülmesine rağmen tamamen kendileri gibi kişiler olmasından kaynaklanır. Suçlarda zaten dönemin kalabalıkları tarafından sıklıkla işlenen suçlardır.
Kalabalık
Dört filmde de kalabalıkların en büyük derdi kendileri temiz olmamalarına rağmen (ve belki de tam da bu sebeple) ihtiyaç duydukları arınma hissidir. Kalabalıklara göre arınmak için diyet ödemek, kurban vermek çok daha uygun görünür. Bu sebeple kendilerinden olmayan, yabancı olarak görülenler sürekli olarak ölüme gönderilir. Böylece sözde düzgün bir toplum yapı kurulması amaçlanır. Ölüme gönderilen yabancılara karşı işlenen suçlar ise sistem içerisinde genelde ise çoğunluğun karar verici olduğu demokratik sistemin içerisinde kaybolacaktır. Suç; kalabalık tarafından işlendiğinde ufak bir şımarıklıktır.
Kronolojik olarak bakıldığında kalabalıkların filmlerdeki davranışları neyse ki gelişim gösterir.
Fury 1936 yapımıdır. Kalabalık suçluyu yakmayı tercih eder. Bu aslında Monty Python And The Holy Grail’de de yer aldığı gibi orta çağa ait bir geleneğin vuku bulmasıdır. Zaten kalabalıkta Monty Python And The Holy Grail de karikatürize edilen kalabalığa oldukça yakındır. Bu infaz onlar için bir eğlencedir. The Ox-Bow Incident’ta olduğu gibi herhangi bir kalabalık içi yargılama sürecinden dahi söz edilemez.
The Ox-Bow Incident 1943 yapımıdır. Kalabalık kendi içlerinde suçluyu sorgular ve yargılar. Hatta tüm kalabalığı oluşturan bireyler belirli evrelerden geçerek kolluk kuvveti, jüri, infaz ekibi gibi niteliklere bürünürler. Kırsal ve ilgili dönem düşünüldüğünde yine de fena sayılmayacak bir durum. Tabi bu durum arınma hissinin önüne geçemez. Suçlular bu sefer yakılmayarak günümüzde dahi bir şekilde kabul gören asılma ile cezalandırılmaya çalışılır.
12 Angry Men 1957 yapımıdır. Bu filmde kalabalık kadraj içinde ve dışındadır. Kalabalığı 12 jüri üyesinin 11 ve bu 11 üyeyi aslında hem yanlış yönlendiren hem de arka planda güdülenmiş olarak onlarla işbirliği yapan tanıklar yer almaktadır. Öyle ki tanıklar aynı yukarıdaki kalabalıklar gibi arınma için kurban ister fakat konu mahkemeye intikal ettiği için karar ancak fikren kendilerinden çok da uzak duruş sergilemeyen jüriden çıkacaktır. Çarptırılmış tanıklıklar ile içerideki 11 üye için gerekli infaz kararının sebepleri fazlasıyla sunulmuştur. Jüri üyeleri tamamen bambaşka profillerden oluşur. Buna rağmen karakterle suçu eşleştirme konusunda hepsi anlatılanlardan kendilerine uygun birer çıkarım yapmayı becerirler. 12 Angry Men’de ki infaz elektrikli sandalye ile gerçekleştirilecektir.
To Kill a Mockingbird 1962 yapımıdır. Kalabalık her ne kadar Fury’i hatırlatır şekilde linç için mahkumun hapsedildiği noktaya gelip kapıya dayansa da oldukça kırılgan bir yapıya sahiptir. Atticus’un küçük kızının alttan yürüyen kısa konuşması dirençlerini kırar. Kalabalığın içerisindeki küçük kalabalık olan tecavüz olayının mağdurları ise filmin son sahnesine kadar geri adım atmayacaklardır.
Kalabalık için kişilerin suçlanmasında en büyük yeterliliğin kendi çoğunluklarından kaynaklandığını düşünmeleri, yanlış yorumladıkları demokratik haklarıdır. Çoğunluk bu kişiyi suçlu olarak görüyor, o zamana bu kişi suçlu ve eğer öyle ise çoğunluk suçlunun cezalandırılması istiyor o zaman suçlu cezalandırılmalı. Demokrasinin günümüzde dahi en yanlış anlaşılmış hali bu olsa gerek. Çoğunluk içerisindeysen istediğini elde edebilirsin. İstekler ise sadece sürekli yapılan hatalar ile tetiklenen daha radikal hatalardan ibarettir. Bireyleri çoğunluğun parçası olarak ile suç işleyebilme kabiliyetine sahip olabilmeleri alınan en büyük haza dönüşür. Katliamlar ayine, ayinler ise nihayetinde birer partiye dönüşecektir. Bambaşka bir filmden Monty Python And The Holy Grail’den gelen analiz çok açıktır.
Kahraman ve Son
Aşağıda sıralananlar öykü içerisindeki kahramanlardır. Her şeye rağmen suçsuzluklarından emin olmasalar dahi suçlanan kişilerin yanında yer alarak serbest kalmaları için değil adil şekilde yargılanmaları için kendilerini ortaya koyanlardır. Haksızlığa karşı gelme durumu fikren hepimiz için vuku bulsa da ancak çok azı doğru bulduğu için kalabalıkların arzusunu reddetmeyi fiilen becerebilir, eyleme geçebilir. Genelde ise olan sadece; görmemek, duymak, bilmemektir veya ağlamaktır.
Filmlerdeki kahramanların farklı nitelikleri sebebiyle kalabalığa farklı açılardan bakabiliriz. Kahraman ile kalabalığı; Fury’de suçlunun gözünden, The Ox-Bow Incident’ta kalabalığın içindeki muhaliflerin gözünden, 12 Angry Men’de karar merci olan jürinin bir üyesinin gözünden, To Kill a Mockingbird ile ise sanığın avukatının gözünden görebiliriz. Bu farklılık bize eksiksiz ve tüm konuyu görebileceğimiz bir bakış açısı sağlar.
Fury belkide ilk örnek olmasına rağmen bu bakış açısına en çok katkı sağlayandır. Müstakbel eşin Katherine Grant’e giderken çocuk tecavüzcüsü olarak hapsedilen Joe Wilson kalabalık tarafından linç edilmek istenir. Ardından bunla yetinilmez ve yakılır. Yanarak öldüğü düşünülmesine rağmen patlatılan ve yakılan hapishaneden kaçmayı başarmıştır Joe Wilson. Yapılan haksızlık karşısında intikam almalıdır. Kendi arınmasını yaşaması gereklidir. O ana kadar masum olan ve mağdur edilen Joe Wilson bir anda kendisini mağdur eden kalabalığın ufak bir temsili haline dönüşür. Hayatta olduğunu saklı tutup yakınlarını kullanarak tüm kasaba halkını (yani filmin ilk kalabalığını) dava ederek kendi olmamış ölümü ile sanki ölüm gerçekleşmişcesine cezalandırmaya çalışır. Ve bunu başarır da. Kalabalık en başta bir adamı yakarak öldürmüşken sonrasında aslında işlemedikleri suç sebebiyle cezalandırılmanın eşiğine gelmişlerdir. Filmin ikinci yarısında izleyicinin kalabalıkla empatisi gelişmeye başlar. Ve bu sefer kahraman olarak görülen Joe Wilson kötü adama haline gelir. Joe Wilson’ın kalabalığı cezalandırma denemesi ve başarısı aslında bize kalabalık olmaktan ziyade haklı olmanın sonucu gibi görünse durum görünenden farklıdır. Joe Wilson yakıldığı düşünüldüğü anlar filme kaydedilmiştir. Film kayıtları mahkemede ortaya çıkana kadar tek bir sanık dahi gösterilemezken kamera görüntüleri ile tek tek herkesin tespit edilmesi mümkün olmuştur. Yani aslında suçlanamaz kalabalık kavramı ortadan kalkıp yerini suçlanabilir bireyler almıştır. Kaybeden yine bireydir. Kalabalığı oluşturan bireyler tek tek cezalandırılacaklerken Joe Wilson müstakbel eşi Katherine Grant sayesinde mahkeme salonuna gelir ve gerçeği açıklar.
The Ox-Bow Incident’ta filmin farklı zamanlarda yapılan haksızlığa karşı duran farklı kişiler vardır. Hepsini tek bir karede ancak bir kere görebiliriz. Açık arazide infaz vakti geldiğinde suçluların mahkemeye çıkartılması veya hemen orada infaz edilmesi yönünde karar almak için kalabalık içerisinde oylama yapılır. Oylama da kalabalığın içerisinden 7 kişi kalabalığın karşı tarafında geçerek adil yargılama yapılması ve beklenmesi gerektiğini savunur. Sayı olarak yetersiz kalmalarına rağmen kendilerini filmin sonunda ortaya çıkacak gerçek karşısında suçlu durumuna düşürmekten kurtarmışlardır. Çoğunluğun isteği ile ceza infaz edilir ve yabancılar asılarak idam edilir. Bundan sadece kısa bir süre sonra ise şerif ile karşılaşan kalabalık kendisinden astıkları kişilerin suçsuz olduğunu öğrenecektir. 7 kişi kahraman gibi görünse de başarılı olamamışlardır. Buna rağmen başarılı olan bir kişi vardır. İdam edilenlerin elebaşısı olarak görülen Donald Martin. Eşine yazdığı mektup film sonunda kalabalık tarafından okunacak ve bıraktığı etki sinema tarihinden dahi silinmeyecektir.
7 kişinin infazı reddetiği sahne sadece fikir sahibi olmanını yeterli olmayacağı aynı zamanda eyleme geçmenin gerekliliğini belirtmesi açısında çok kritiktir. Çünkü infazın gerçekleşmesine ses etmeyenlerin içerisinde çok fazla tarafsızdır ya da çekimser bulunmaktadır. Onlar sadece çoğunluk tarafında bulunmanın konforunu seçenlerdir, nihayetinde suçludurlar.
12 Angry Men’de jüri odasının içerisinde yer alırız. Sanık sandalyesindeki çocuk babasını öldürmekle suçlanan, kenar mahallede yaşayan, suç geçmişi olan, eğitimsiz bir zencidir. Jüri değerlendirme için odaya girdiğinde idamı için oylama yapılır. Oy birliği ile alınacak karar uygulanacaktır. Muhtemelen hepsi çocuğun suçluluğundan hepsi eminken ve idam edilmesi için oy kullanırken 1 kişi çocuğun suçsuz olduğunu belirtir. 8. jüri üyesi daha sonra kendisininde açıkladığı gibi sadece çocuğa bir şans vermek istemiştir. Dar bir odanın içerisinde, sıcağın ve rutubetin altında, tanımadığı karşıt fikirli 11 jüri üyesini -bazılarına göre bir hiç için- karşısına dikmiştir. 11 jüri üyesinin her biri ile tek tek mücadele eder. Her birinin idam kararını yıkmayı dener. 11 üyeye bakıldığında zenci çocuğun 11 farklı sebeple idam edilmesi gerektiğine bile inanılabilir. Babayı hiçe saymak, büyüklere saygısızlık, karanlık geçmiş, kenar mahalleye ait olma, bıçak satın alma hatta gece gittiği filmin adını hatırlayamamak bunlardan bir kaçıdır. 8. jüri üyesinin kendisini savunurcasına çocuk için yaptığı tüm çıkışlar aslında diğer üyelerin dolayısıyla toplumun genelinin analizi haline dönüşür. Suçlu kalabalıktır.
To Kill a Mockingbird’te Avukat Atticus kahramanımızdır. Tecavüzcü bir zenciyi savunmak yani daha en baştan istenmeyen adam olma durumu Atticus için diğer filmlerdekinden farklı gelişir. Bu dava kendisine amiri olan Hakim Taylor tarafından biraz emri vaki ile teklif edilir. Atticus’un reddetme şansı vardır ama görevden kaçmayı istemez. Sonuçta hangi tarafta olursa olsun adaletin işlemesi için çalışacaktır. Atticus görevinin ötesinde müvekkilini korumak için çalışır onu linç girişiminden kurtarır. Kaybedilmiş bir maça çıkmaktadır. Bunu kabul etmesi bile takdirleri toplamasına yetecekken o savunmasını başarılı şekilde yürütür. Ve aslında müvekkilinin bu suçu işleyemeyeceğini ispatlar. Fakat jüri müvekkilini suçlu bulur. Temyiz için şanslarını deneyecek iken müvekkilinin transfer sırasında kaçtığı ve polis tarafından vurularak öldürüldüğü haberi ulaşır. Bu ölümün ne şekilde gerçekleştiği yine bir bilinmez olmakla birlikte sonuçta beyaz halk için tecavüzcü bir zenci ölmüştür. Konu kapanır.
Sonuç
4 film ile anlatılan -her ne kadar ortada ölümle cezalandırılacak kişiler bulunsa da- kalabalığa karşı reddedenin, reddetme mücadelesidir. Suç ve suçun işleyenleri kısa sürelerde imgeselleşerek bu mücadelenin üzerinde savaşılan arenası haline gelirken kalabalık ve reddedenler yücelmeye film içerisinde başlar. Bu sebeple sonuçlar ve gerçek suçluların kim olduğu değerinin kaybeder. Önemli olan kimin reddedip eyleme geçebildiğidir, önemli olan kalabalığın ne kadar gelişim gösterip kalabalık olma niteliğinden uzaklaşabildiğidir. Filmler dayatılanı reddedenlere sunulan birer yol haritasıdır. Reddedenler dört filmde de yalnız bırakılmaktan, tehdit ve fiziksel şiddete kadar uzanan bir yoldan geçer. Buna rağmen hiçbirisinde geri adım atmazlar.
Diğer Notlar:
4 filmde kronolojik sıra ile gidildiğinde reddetme sürecine yabancının gözünden, kalabalığın gözünden, jürinin ve sonunda bir avukatın gözünden bakma fırsatını buluruz. Buna rağmen To Kill a Mockingbird’ü bi kenara ayırırsak yine aynı kronolojik sırada kendimizi konuya suçlunun, yabancının, kalabalığın gözünden bakarken de bulabiliriz. Filmler öyküleri ile buna imkan sağlar.
Her filmin içerisinde en az suç katmanı kadar nitelikli öykü katmanları vardır. Fury’de Joe Wilson’ın yaşadığı psikolojik çalkantılar, The Ox-Bow Incident’ta Maj. Tetley ile oğlu Gerald Tetley arasındaki ilişki, 12 Angry Men’de3. Jüri üyesinin çocuğu ile geçmişi ve 8. jüri üyesinin karakteri, To Kill a Mockingbird’te ise Atticus un çocukları Scout ile Jem’in hayatla tanışmaları bunlardan ön plana çıkanlarıdır.
Dört filmde de suçlu olarak gösterilenler suçsuz çıkmış veya suçsuzlukları ispatlanmaya çok yaklaşılmıştır. Gerçek suçluların bahsi bile geçmemiştir. Bu nitelikleri ile filmler birer suç filmi olmaktan sıyrılmıştır. Odak noktası reddetme üzerinde yoğunlaşmıştır.
Suçluyu işaret eden kalabalıkların, hepsinin aslında suç işlediği filmlerin muhtelif yerlerinde ortaya çıkar. Aynı zamanda yanlış kişinin ölüme götürülmesine bunca çaba harcayan kalabalıklar aslında sadece hedef şaşırtıp gerçek suçluların hareket kabiliyetlerini arttırmıştır.
Filmlere kronolojik sırada bakıldığında kalabalığın yaklaşımında bir gelişim de fark edilmektedir. The Fury’de (1936) suçlu yargılanmadan yakılarak cezalandırılmak istenir. The Ox-Bow Incident’ta (1943) suçlu kalabalıkça üstünkörü soruşturulup asılmak istenir. 12 Angry Men’de (1957) adil bir yargılama süreci vardır çocuk idam edilmek istenir. To Kill a Mockingbird’te (1962) ise yine adil bir yargılama vardır ve temyizden dönecek bir mahkeme sürecinden bahsedilebilir.
Dört filme rağmen reddetme eyleminin tetiklenmesi için halen izlenmesi gereken başka filmler olabilir. Azize Jeanne d’Arc’ın idam sürecinin anlatıldığı Robert Bresson’ın “Procès de Jeanne d’Arc” ve Fury’nin de yönetmeni olan Fritz Lang’in “M”si bu serinin tamamlayıcıları olabilir.