KültAlt Navigasyon Menüsü

Fransız İzlenimcilik Akımı

0
Ziyaret
Kaydedildi0
Fransa
1918
1928
3
Fransa, Cinema of Attractions ve Film d’Art akımlarının ardından sinemayı şekillendiren bir başka akıma daha ev sahipliği yaptı. Avant-garde bir akım olan French Impressionism, kısa sürede tiyatro uyarlamaları ile ön plana çıkan Film d’Art akımının yerini aldı. French Impressionism, günümüz sinemasına çok benzer bir sinema deneyimini, sinemanın oldukça erken bir döneminde izleyicilerine yaşatacaktı.
ImageBahadır Mahmut
Bahadır Mahmut

Benzer Listeler

  • Kara-Filmler
    14
    bin okuma

    Kara Filmler (Film Noir) Listesi

Film Listesi Tanımı
Fransa, Cinema of Attractions ve Film d’Art akımlarının ardından sinemayı şekillendiren bir başka akıma daha ev sahipliği yaptı. Avant-garde (yenilikçi) bir akım olan Fransız İzlenimcilik (French Impressionism) akımı, kısa sürede tiyatro uyarlamaları ile ön plana çıkan Film d’Art akımının yerini aldı. İzlenimcilik günümüz sinemasına çok benzer bir sinema deneyimini, sinemanın oldukça erken bir döneminde izleyicilerine yaşatacaktı.

Fransa’da 19. yy sonu ve 20. yy başında çok sayıda farklı sinema akımı vardı. Cinema of Attractions ve Film d’Art en fazla ön plana çıkan iki akımdı. Özellikle Film d’Art ile birlikte sinema, Fransa’da tam olarak endüstriye dönüştü. Pathé, Gaumont gibi dünyanın en büyük stüdyoları ve ayrıca dünyanın en önemli sinema salonlarından bazıları Fransa’daydı. Ana akımların yanında birçok avant-garde akım da Fransız sinemasında kendine yer buldu. Film d’Art’ın yarattığı finansal ekosistemin paralelinde avant-garde sinema da yükselişteydi. Avant-garde sinema Hollywood sinemasının karşısında, tüm Avrupa’da yükselişte olmasına rağmen Fransa’daki çeşitlilik diğer ülkelere göre daha fazlaydı. Fransa’da Sürrealizm, Dada, Cinema Pure gibi non-narrative (anlatısal olmayan) avant-garde akımlarda çekilen bir çok film vardı. Avant-garde akımlar ana akım değildi, çok geniş izleyici kitleleri ve dağıtım ağları, büyük prodüksiyon bütçeleri yoktu fakat sinema için kritiklerdi. Avant-garde akımlar sinemanın deneysel tecrübesinin biriktiği bir alandı. Bu alanda eser verenler, ana akım içerisinde yer alamayan, yer almak istemeyen veya ana akımı değiştirmek isteyen sinemacılardı; Abel Gance, Jean Epstein, Marcel L’Herbier ve diğerleri. Avant-garde sinema ile kamera hareketi, şekil, ışık, ritim, kadraj, öykü gibi sinema bileşenlerini o döneme kadar görülmedik şekilde değişti. Filmler içerisinde sinema bileşenleri ileri seviyede manipüle edildi, filmden çıkarıldı veya filmin ana öğesi haline getirildi. Bunlar estetik bir sinema dili oluşturma motivasyonu içerisinde gerçekleşti. Zamanla avant-garde sinema içerisinde Sürrealist Cinema, Dada Film, Cinema Pure gibi non-narrative akımların teknikleri ana akıma da aktarıldı. Bu aktarımda İzlenimcilik, narrative (anlatısal) yapısı ile önemli rol oynadı. [caption id="attachment_22798" align="alignnone" width="600"]1. Dünya Savaşı batı cephesi - Fransa 1. Dünya Savaşı batı cephesi – Fransa[/caption] Birinci Dünya savaşı öncesi ve sonrasında diğer Avrupa ülkelerine benzer şekilde Fransa’da da sinemacılar devlet tarafından savaş hattında görevlendirildi. Sinemacılar ve sinema ekipmanları savaş alanında belgeleme amacıyla kullanıldı. Bu Fransa için sinema endüstrisinin durması anlamına geliyordu. Ekipman işinden gelerek dünyanın en büyük yapım firmalarından birisi haline dönüşen Pathé ile en büyük rakibi, Gaumont, 1. Dünya Savaşı’ndan önemli şekilde etkilendi. Pathé ve Gaumont’un elinde, özellikle Film d’Art için kurdukları büyük sinema salonları vardı. Film üretiminin, 1. Dünya Savaşı’na kaydırılan ekip ve ekipmanlardan dolayı azalması, sinema salonlarının boş kalmasına sebep oldu. Oluşan film açığı Hollywood filmlerine geniş bir gösterim alanı açtı. Savaş sırasında ve sonrasında Hollywood filmleri Fransız filmlerine göre çok daha fazla izlendi. Kendi sinemalarında yer bulamayan Fransız sinemacıların birçoğu, filmlerini Hollywood filmlerine benzetmeye başladı. Bu durum sadece Fransa’da değil sineması olan tüm Avrupa ülkelerinde yaşandı.

Fransız sineması; Hollywood sinemasının yayılmacı politikası, sinemayı sermayenin etkisi altına sokan Film d’Art akımı, 1. Dünya Savaşı gibi bir çok olumsuzluktan etkilendi. Her şeye rağmen bazı firmalar sanatsal motivasyonunu kaybetmemiş Abel Gance, Louis Delluc, Germaine Dulac, Marcel L’Herbier ve Jean Epstein gibi yenilikçi yönetmenleri desteklemeye devam etti. Bu yönetmenlerden bazıları tüm olumsuzluk ve engellere Fransız İzlenimcilik akımı ile cevap verdiler. [caption id="attachment_22799" align="alignnone" width="600"]Abel Gance Abel Gance[/caption] Yenilikçi yönetmenlerin öncesinde sinema özellikle Film d’Art akımının etkisinde tiyatronun veya edebiyatın bir uzantısına dönüştü. Sinemanın kabiliyetleri bir kenara bırakılıp tiyatro veya edebiyat eserleri filme alındı. Yenilikçi yönetmenler sinemanın kendinden beslenmesi ve tekniklerinin kendi içerisinde çıkması gerektiğini savundu. Gance, Delluc, Dulac, L’Herbier, Epstein ve hareketin diğer önde gelen yönetmeleri bu bakış açısını başta İzlenimcilik olmak üzere birçok avant-garde akım içerisinde pratiğe dökmeye başladı. Pathé ve Gaumont tarafından şekillendirilen Fransız sinema sektörü içerisinde avant-garde yapımların kendileri yer bulması oldukça zordu. Non-narrative avant-garde akımların ana akım filmlerin izleyici tarafından anlaşılması kolay değildi. Filmleri kısa sürelerine rağmen izleyebilmek, çaba gerektiriyordu. İzleyicinin en büyük alışkanlığı olan öykü, filmde yoktu. Çekimler deneysel oldukları için rahatsız edici olabiliyordu. İzleyici filmleri izleyemediği için non-narrative avant-garde filmlerin finanse edilmesi zordu. İzlenimci filmler, öykü barındıran yapıları ile avant-garde filmlerin ana akım izleyicisi tarafından izlenme oranını yükseltti. Böylece hem avant-garde yaklaşım izleyici ile buluştu hem de avant-garde filmler finanse edilmeye başlandı.

İzlenimcilik akımının ana döneminde birçok finansal sıkıntı vardı. Yönetmenler ana akım tarafından kabul görmeyen, avant-garde bir akım içerisinde üretmeye devam edebilmek için farklı fonlama yöntemleri geliştirdiler. Bazı izlenimci yönetmenler zamanlarını avant-garde projeler ve daha kâr odaklı filmler arasında bölüştürme şansına sahipti. Örneğin kariyerinin çoğunu geleneksel dramalar yaparak geçiren Germaine Dulac, La souriante Madame Beudet (The Smiling Madame Beudet) (1923) ve Gossette (1923) dahil olmak üzere bazı önemli izlenimci filmler yaptı. Benzer şekilde, izlenimciliğin önemli yönetmenlerinden Jean Epstein birçok kostüm filmi yönetti. Jacques Feyder, 1920’lerde ticari açıdan başarılı Fransız yönetmenler arasındaydı ve bunun yanında çok önemli izlenimci filmler de çekmeyi başardı. Abel Gance 1911’de senarist olarak başladığını kariyerine, ilk izlenimci filmine 1918 yılında imza atarak devam etti. Sonrasında kendi yapım şirketini kurarak daha fazla izlenimci film çekme şansını yakaladı. Bazı yönetmenler ise kendi şirketlerini kurarak izlenimci filmler üretmeye devam etti. Pathé için yaptığı başarılı işlerden sonra Gance, 1919’da Films Abel Gance’i kurdu. 1922’de Marcel L’Herbier, Gaumont ile Don Juan et Faust (1922) konusunda yaşadığı bir anlaşmazlıktan sonra Cinegraphic’i kurdu. Bu firma, L’ Herbier’in sonraki eserlerinin çoğunun yapımında rol aldı. Epstein, 1926’da Les Films Jean Epstein’ı kurdu. İzlenimcilik akımının en önemli filmlerinden bazılarını bu firma ile yaptı. Ana akım firmaların da izlenimci filmlere katkısı vardı. Théâtro-Film’i yaratan Gaumont, parasının çoğunu Louis Feuillade tarafından çekilen dizi filmlerden kazandı. Kazanılan bu paranın bir kısmını izlenimci yönetmenlerin filmlerine aktarıldı. Örneğin ilk çalışması Rose-France (1919) izlenimci bir film olan Marcel L’Herbier’in, bir grup filmi Gaumont tarafından hayata geçirildi. Para aktarılan filmler genel olarak ilgi görmedi. Fakat bu filmler avant-garde sinemanın ve sonuçta Fransız sinemasının yükselmesi için oldukça önemliydi. Başka bir firma ise Fransız asıllı olmamasına rağmen ilk yıllarında izlenimciliğe büyük katkılarda bulundu. Ekim devrimi ardından Sovyet Hükümeti’nin film endüstrisini kamulaştırmasından sonra Rusya’dan kaçan Rus yapım grubu Yermoliev, 1920’de Paris’e yerleşti. Yermoliev isimini, 1922’de Films Albatros olarak değiştirdi. Films Albatros popüler fanteziler ve melodramlar çekmesine rağmen bazı izlenimci filmlerin yapımını da üstlendi. Filmlerin finanse edilmesi konusunda bir başka kaynak ise ufak sinema kulüpleri kurmaktan geçiyordu. Kapalı gruplar içerisinde avant-garde film gösterimleri yapılarak bağımsız şekilde başarılı filmler çekebilen yönetmenler oldu. Fransız İzlenimcilik akımı kendi gelişimini sürdürürken başka akımlardan da etkilendi. [caption id="attachment_22800" align="alignnone" width="600"]Sovyet ritmik rontaj örneği Sovyet ritmik rontaj örneği[/caption] İzlenimcilik 1918’den 1922’ye kadar olan dönemde resimselcilik akımı, 1923’ten 1925’e kadar olan dönemde ise Sovyet Montaj sinemasının yükselişine paralel olarak Sovyet ritmik montajı etkisinde karakterize oldu.

İzlenimciliğin getirdiği devrimci yaklaşımlar, sinemada farklı eğilim ve akımın ortaya çıkmasına/şekillenmesine sebep oldu. Alman Dışavurumculuğu akımı, Kara Film (Film Noir), Sovyet Montaj sineması izlenimcilik sinemanın etkilerinin belirgin şekilde fark edildiği erken dönem sinema akımları arasında yerlerini aldı. İzlenimci teori zamanla tüm sinema için geçerlilik kazanan bir teori haline geldi. Alman Dışavurumcu filmciler Fransız İzlenimcilik teorisinin anlatım tekniklerinden çok fazla etkilendi. Anlatım tekniklerinin birçoğu Alman Dışavurumculuğuna taşındı ve geliştirilerek kullanılmaya devam etti. [caption id="attachment_12924" align="alignnone" width="600"]Third Man - 1949 Third Man – 1949[/caption] Alman Dışavurumculuğunun geliştirdiği bu teknikler daha sonra Amerika’ya Film Noir ile taşındı. Film Noir’in ardından gelen Neo Noir ve Future Noir ile diğer alt akımlar belirgin şekilde izlenimcilik teorisi ile şekillendi. İzlenimciliğin etkileri sinemada günümüze kadar gelen geniş bir etki yarattı. Sinemada, duygunun aktarım yöntemleri, karakterin benliğinin anlaşılması ile ilgili yöntemler kalıcı şekilde değişti.

Avant-garde özelliklerin ana akıma getirdiği yenilikçi yaklaşımın olumlu sonuçları, izlenimci film yapımcılarına filmlerinin Hollywood filmlerinin önüne geçeceği umudunu verdi. Bu motivasyon ile çok fazla finansal yük ve sorumluluğun altına girilerek filmler çekildi. Fakat genel olarak izlenimci filmler ile para kazanmak kolay değildi. İzleyici Hollywood filmlerini tercih ediyordu. İzlenimci filmler avant-garde bileşenleri sebebiyle genellikle zor anlaşılıyordu. Gişeden beklenilen başarının gelmemesi ekonomik olarak izlenimci yönetmen ve film yapımcılarını yıprattı. Savaş ekonomisinin etkisini devam ettirmesi de ekonomik zorluklardan bir tanesiydi. Bazı izlenimci film yapımcıları, ekonomik darboğazdan çıkabilmek için filmlerini daha fazla ana akıma yaklaştırdılar. Birçok yönetmen bağımsızlığından vazgeçti. Fakat bu da işe yaramadı. 1929’a gelindiğinde birçok yapımcı ve firma iflas etme noktasındaydı. Sesli filmin, sinemaya gelişi bu dönemde çok fazla şeyi etkiledi. İzlenimci sinemacılar duyguyu görsel anlatım tekniklerini kullanarak aktarmaya odaklanmıştı. Ses teknolojisinin sinemaya gelişi ile hiçbir görsel anlatım tekniğine gerek kalmadan duyguyu izleyiciye aktarabilmenin yolu açıldı. Bu durum genel olarak izlenimciliğin yöntemi ile çelişkiliydi. İzleyici her ne kadar izlenimci filmlere yaklaşımını zaman içerisinde iyileştirmiş olsa da sesli film izlemek yepyeni bir tecrübeydi. İzleyici izlenimci filmler yerine sesli filmi en iyi şekilde tecrübe edebileceği ana akım filmlere yönelmeyi tercih etti. Sesin sinemaya gelişi ile birlikte teknik ekip, ekipman ihtiyaçları oluştu. İş yükü ve süresi, prodüksiyonun her aşamasında arttı. Sonuç olarak film yapım maliyetleri de yükseldi. Fransız film endüstrisi finansal olarak daraldı ve izlenimciliğin de dahil olduğu avant-garde akımlar için harcama yapılmamaya başlandı. İzlenimci film yapımcıları ve şirketleri ya iflas ettiler ya da büyük firmalara satıldılar. Bu gelişmeler ile birlikte izlenimci filmlerin üretim adedi de oldukça azaldı.

  • La belle Nivernaise (1924) Jean Epstein

    La Belle Nivernaise, Emile Zola’nın Nana romanından uyarlanan ve yönetmen Jean Epstein tarafından 1924 yılında çekilen bir Fransız filmdir. Filmin öyküsü, kanalda bir barge işleten bir ailenin hikayesini anlatır. Geleneksel yaşam tarzlarını modernleşmenin tehdit ettiği bir dönemde, aile barge’larının güvenliğini ve varlıklarını korumak için mücadele ederler. Filmin konusu aşk, sadakat, dayanışma ve geleneksel yaşam tarzlarına karşı modernizasyonun etkileri gibi temaları ele almaktadır.
  • The Faithful Heart (1923) Jean Epstein

    “The Faithful Heart” (Sadık Kalp), Jean Epstein’in yönettiği ve Gina Manès ve Léon Mathot’un başrollerini paylaştığı 1923 yapımı bir romantik dram filmdir. Film, bir aşk üçgenini konu alır. Bir ressam olan Jacques, sevgilisi Jeanne’in kendisini terk etmesi sonrası, evli bir kadın olan Germaine ile bir ilişkiye başlar. Ancak, Jeanne’in geri dönüşüyle, Jacques’in sadakati ve Germaine ile olan ilişkisi test edilir. Film, aşkın, sadakatin ve özverinin önemine vurgu yapar.
  • Six et demi onze (1927) Jean Epstein

    “Six et demi onze” (6,5:11), Jean Epstein’in yönettiği 1927 yapımı sessiz bir filmdir. Film, kırsal Fransa’da geçen bir hikayeye odaklanır. Ana karakter olan Martine, çiftlikte çalışan bir kızdır. Hayatı, beklenmedik bir şekilde zengin bir aile ile tanışması sonrası değişir. Ancak, Martine’in geçmişiyle ilgili bazı gerçekler, onun yeni hayatını tehlikeye atar. Film, zengin ve yoksul arasındaki sosyal farklılıkları, aşkı, dürüstlüğü ve hayatta kalma mücadelesini ele alır.
  • The Three-Sided Mirror (1927) Jean Epstein

    “The Three-Sided Mirror” (Üçgen Ayna), Jean Epstein’in yönettiği 1927 yapımı bir dram filmidir. Film, bir sanatçı olan Claude’un üç kadınla olan ilişkisini konu alır. Claude, hem eski sevgilisi Lucie’ye hem de iki yeni kadına, Rosita’ya ve Perla’ya ilgi duymaktadır. Bu üç kadın arasındaki ilişki, Claude’un sanatsal ilhamını ve hayatını etkiler. Film, aşk, sanat ve kadın figürlerinin ele alınmasının yanı sıra, görüntü, müzik ve ruh halleri gibi kavramları da kullanarak deneysel bir yaklaşım sergiler.
  • Napoleon (1927) Abel Gance

    Abel Gance’ın yönetmenliğini yaptığı “Napoleon” filminin öyküsü, Fransız İhtilali ve Napolyon Bonapart’ın yükselişi dönemini anlatıyor. Film, Napolyon’un gençliğinden başlayarak İtalya’da zaferleri, Mısır seferi, hükümdarlığı ve sonunda yenilgisiyle sonuçlanan Waterloo Savaşı’na kadar hayatının önemli dönüm noktalarını ele alıyor. “Napoleon”, sinema tarihinde birçok yenilikçi tekniği içeren önemli bir epik film olarak kabul ediliyor. Bunlar arasında üçlü ekranda gösterim, renkli sekanslar, hızlandırılmış ve yavaşlatılmış çekimler gibi teknikler yer alıyor.
  • The Tenth Symphony (1918) Abel Gance

    Abel Gance’ın 1918’de çektiği “The Tenth Symphony” adlı film, sanat ve müziğin gücüne odaklanan bir öyküdür. Film, genç bir besteci olan Jean’in hikayesini anlatır. Jean, bir müzik okulunda eğitim alırken, çırağı olduğu ünlü bir besteciyle tanışır. Onun etkisiyle, Jean’in müzikal vizyonu genişler ve kariyeri hızla yükselir. Ancak, savaşın patlak vermesiyle, Jean’in hayatı tamamen değişir ve müzik hayatının yalnızca küçük bir parçası haline gelir.
  • The Wheel (1923) Abel Gance

    Abel Gance’ın yönettiği “The Wheel” filmi, Fransa’nın kuzeyinde bir madenci kasabasında geçiyor ve ana karakterimiz, genç bir kadın olan Sisifos’tur. Sisifos, iki adam arasında kalmıştır: biri, ona aşık olan bir madenci ve diğeri, ona refakat eden bir sirkçidir. Film, Sisifos’un seçimleriyle ve çevresindeki hayatla mücadelesiyle ilgili dramatik bir hikaye anlatıyor.
  • The Little Match Girl (1928) Jean Renoir, Jean Tédesco

    Jean Renoir’un yönetmenliğini yaptığı “The Little Match Girl” filminin öyküsü, Hans Christian Andersen’in aynı adlı kısa öyküsüne dayanıyor. Film, yoksul bir kızın kışın soğuk bir gecede sokakta çıplak ayaklarıyla satış yaparken başından geçenleri anlatıyor. Kız, açlık ve soğuktan ölmek üzereyken bir mucize yaşar. Renoir’un bu siyah beyaz filmi, insanlık ve umut üzerine güçlü bir hikaye anlatıyor.
  • The Living Dead Man (1926) Marcel L’Herbier

    Marcel L’Herbier’in yönetmenliğini yaptığı “The Living Dead Man” filminin öyküsü, yoksul bir adamın zengin bir kadınla evlenerek refah düzeyini yükseltme hikayesini anlatıyor. Ancak, adamın geçmişte işlediği bir suçun peşindeki bir dedektif, adamın kimliğini açığa çıkarmak için uğraşır. Film, sosyal sınıf farklılıkları ve suçluluk duygusu gibi temaları ele alırken, Fransız İmpresyonizmi’nin estetik özelliklerini de taşıyor.
  • The Fall of the House of Usher (1928) Jean Epstein

    Jean Epstein’in yönetmenliğini yaptığı “The Fall of the House of Usher” filminin öyküsü, Edgar Allan Poe’nun kısa öyküsüne dayanıyor. Film, çöküş halindeki Usher Ailesi’nin hikayesini anlatıyor. Roderick Usher, hasta kız kardeşi Madeline’in ölümünden sonra evine arkadaşı Philip Winthrop’u davet eder. Ancak, evde garip olaylar yaşanır ve karanlık sırlar ortaya çıkar. Film, gotik korku unsurlarını ve dönemin Fransız sinemasının belirleyici özelliklerini bir araya getiriyor. Epstein’in deneysel kamera teknikleri, filmin atmosferik ve rüya gibi hissettiren bir görünüm kazanmasına yardımcı oluyor.
  • Nana (1926) Jean Renoir

    Jean Renoir’in yönetmenliğini yaptığı “Nana” filminin öyküsü, Émile Zola’nın aynı adlı romanına dayanıyor. Film, Paris’te bir kabarede şarkıcı olarak çalışan ve zengin müşterilerle ilişkiler yaşayan Nana’nın hikayesini anlatıyor. Nana, kendini hayatın akışına bırakarak, para ve lüks arayışı içinde olan bir kadındır. Ancak, kendisine sadık olan bir hayranı ona gerçek aşkı gösterir. Film, toplumsal sınıf farklarına, kadınların güçsüzlüğüne ve erkek egemen dünyaya eleştirel bir bakış sunarken, dönemin Fransız sinemasının sanatsal ve deneysel yönlerini de yansıtıyor.
  • Mother (1925) Jacques Feyder

    “Mother” (Anne), Jacques Feyder’in yönettiği 1925 yapımı sessiz bir dram filmidir. Film, 19. yüzyılın sonlarında, yoksul bir ailenin hayatını konu alır. Ana karakter olan Marie, genç yaşta dul kalmış bir annedir ve tek çocuğuyla zorlu bir hayat sürmektedir. Oğlu Paul, zengin bir kadının dikkatini çeker ve onunla bir ilişki yaşamaya başlar. Ancak, bu durum, Marie’nin hayatını daha da zorlaştırır. Film, aile ilişkilerini, zengin-fakir ayrımını ve toplumsal sınıf farklılıklarını ele alırken, annelik ve fedakarlık gibi temaları da işler.
  • Le brasier ardent (1923) Ivan Mozzhukhin

    “Le Brasier Ardent” (Ateşli Yıkım), Ivan Mozzhukhin’in başrolünde yer aldığı 1923 yapımı bir filmdir. Film, bir fabrika sahibi ile işçileri arasındaki sosyal ve ahlaki farklılıkların çatışmasını konu alır. Fabrika sahibi, işçilerin sendika kurma isteğine karşı çıkarken, işçiler de adaletli çalışma koşulları talep etmektedir. Film, sınıf ayrımcılığı ve adalet arayışını işleyerek bir toplumsal eleştiri sunar.
  • L’inhumaine (1924) Marcel L’Herbier

    “L’inhumaine” (İnsanlık Dışı), Marcel L’Herbier’in yönettiği ve Jaque Catelain, Georgette Leblanc ve Philippe Hériat’ın oynadığı 1924 yapımı bir dram filmidir. Film, Paris’te yaşayan ünlü bir opera sanatçısı olan Claire Lescot’un hikayesini konu alır. Bir hayranının intiharının ardından, Claire, sanatı, sevgiyi ve toplumu sorgulamaya başlar. Film, sanat, aşk ve sosyal sorunlar arasındaki ilişkiyi ele alırken, kültür, zenginlik ve güzellik gibi unsurları eleştirir. Ayrıca, modernizm ve sanatın geleceği konularına da değinir.
  • J’accuse! (1919) Abel Gance

    J’accuse! (1919), I. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da yaşayan bir grup insanın hayatlarını ve savaşın yıkımını konu alan bir dram filmidir. Film, savaşın korkunç etkilerini gösterirken aynı zamanda insanların hayatta kalma mücadelelerini, aşk ve dostlukları ele almaktadır. Yönetmen Abel Gance, savaşın dehşetini anlatmak için gerçek savaş görüntüleri kullanmış ve filmi sinemanın gücüyle insana bir mesaj iletmeyi hedeflemiştir.
  • L’Argent (1928) Marcel L’Herbier

    Marcel L’Herbier’in yönetmenliğini yaptığı “L’Argent” filminin öyküsü, Émile Zola’nın aynı adlı romanına dayanıyor. Film, Paris’te yaşayan bir banknot baskı ustasının, sahte para üreten bir çetenin ağına düşmesini anlatıyor. Çete, adamın suçlu olduğunu iddia ederek onu hapse attırır. Adam, ailesinin hayatını düzeltmek ve suçsuzluğunu kanıtlamak için mücadele eder. Film, para ve güç arayışıyla insan doğasının çürümesini ele alırken, görsel açıdan da dönemin Art Deco stilini yansıtıyor.
  • Eldorado (1921) Marcel L’Herbier

    Marcel L’Herbier’in yönetmenliğini yaptığı “Eldorado” filminin öyküsü, Paul Morand’ın “L’Homme pressé” adlı romanına dayanıyor. Film, Paris’te yaşayan zengin bir işadamının hayatını anlatıyor. İşadamı, zenginliği ve gücüyle beraber, yalnızlığa ve anlamsızlığa sürüklenir. Bir gece, onu bir kabareye götüren bir arkadaşı, hayatının yönünü değiştirecek bir karşılaşmaya neden olur. Film, dönemin Fransız toplumunun yozlaşmasını, tüketim kültürünü ve modernleşme sürecini eleştirirken, görsel açıdan da Art Deco stilini yansıtıyor.
  • Coster Bill of Paris (1922) Jacques Feyder

    Coster Bill of Paris (1922), Jacques Feyder tarafından yönetilen bir filmdir. Film, Paris’te yaşayan fakir bir taksi şoförü olan Bill’in hikayesini anlatır. Bill, patronu ve sevgilisi arasındaki çatışmadan kaçmak için işini kaybeder ve zorluklarla dolu bir maceraya atılır. Film, yoksulluk, aşk ve haksızlığın temalarını ele alır.

En Çok Okunan Listeler

  • 361 bin okuma

    Yasaklı Filmler Listesi

  • 185 bin okuma

    Sexploitation – Seks İstismar Filmleri Listesi

  • Kara-Filmler
    14 bin okuma

    Kara Filmler (Film Noir) Listesi

  • 120 bin okuma

    Klasik Filmler Listesi

  • B-filmler
    16 bin okuma

    B Film Listesi

  • Absurt-Filmler
    24 bin okuma

    Absürt Filmler Listesi

  • 221 bin okuma

    Kült Filmler Listesi